ANASAYFA arrow right Ekonomi

"Türkiye ekonomisinin en temel sermayesi güvendir"

"Türkiye ekonomisinin en temel sermayesi güvendir"
YAYINLAMA: 21 Aralık 2020 / 17.17
GÜNCELLEME: 21 Aralık 2020 / 17.17

Türkiye İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, ülke ekonomisinin en temel sermayesinin güven olduğunun altını çizerek, “Petrol gibi doğal kaynağı, yeterli sermayesi, tasarruf fazlası olmayan bir ülke dış kaynak kullanmak zorunda. Dış kaynak kullanabilmek için de güven duyulan bir taraf olunmalı. Güven sarsıldığında problem çıkar. Son dönemde ifade edildiği üzere, güvenin de karşılığı basittir aslında; Hukuk ve Serbest Piyasa Bu yönde çalışmalarla ve pandemi sürecinin de aşı bağlantılı olarak izin verdiği imkânlarla, önümüzdeki 6 ila 9 aylık süreçte ekonominin daha iyimser bir noktaya evrildiğini bütün üçüncü taraflar görebilirlerse güven tesis edilecektir” diye konuştu.

Adnan Bali’nin annesi merhum Sabiha Bali’nin anısını yaşatmak üzere, Gaziantep İslahiye’de 61 yıl boyunca cezaevi olarak kullanılan binanın, geçtiğimiz Ağustos ayında, “İslahiye Sabiha-Aziz Bali İlçe Halk Kütüphanesi”ne dönüştürülmesiyle ilgili BeIn İz TV tarafından bir belgesel film hazırlandı. Vedat Atasoy’un yönettiği, Mehmet Payaslıoğlu’nun görüntü yönetmenliğini üstlendiği belgesel, BeIn İz TV’de yayınlanacak. Adnan Bali, belgeselin ön gösterimi sonrasında, ekonomiye dair bazı açıklamalarda bulundu.

Türkiye’nin, dünyanın içinden geçtiği böyle bir ortamda Covid-19 sonrası toparlanma fırsatlarına odaklanması gerektiğini söyleyen Bali, “Bu musibet insanlığa şunu gösterdi; yakın üretim, yerinde üretim önemli hale geldi. ‘En büyük ölçekle Çin’de ürettiririm, sonra istediğim yere naklederim.’ Artık bu o kadar geçerli değil. Yerinde üretim, yakın üretim önemli hale geldi. Yakın ticaret, her talep edildiğinde karşılanabilen siparişlerle çalışan bir ekonomi kritik hale geldi. Türkiye; etrafındaki iki-üç saatlik zaman dilimi farklarıyla stok taşınmaksızın, kısa terminlerle ihtiyaç duyulduğunda, talebin kendi seyrine göre arz sürekliliği sağlayabilecek esnek bir ekonomiye sahip. Ülkemiz, esnek ve dinamik üretim yapısı ile öne çıkabilir. Bu pandemi döneminin bütün tecrübelerinden istifade ile Ar-Ge, inovasyon, teknolojik dönüşüm, dijital dönüşüm çalışmalarına odaklanmalıyız. Bunların hepsini pandemi sonrasına taşıyacak bir kültürle, kendimize hedefler koymalıyız” diye konuştu.

Adnan Bali, Türkiye’nin “güçlü insan kaynağı, teknoloji ve esnek üretim altyapısı” olmak üzere üç önemli avantajının bulunduğunu vurgulayarak, ülkenin pandemi sonrasında; iki-üç saatlik zaman farklarıyla etrafını çeviren, nüfus, gayrisafi yurtiçi hasıla ve ticaret hacmiyle büyük bir imkan sağlayan bölgede enerjinin, bilginin ve fiziki üretimin merkezi olabileceğini söyledi.

Serbest piyasa ve hukuk alanında şu anda tutturulmuş olan olumlu çizginin sürdürülmesi halinde, başka jeopolitik streslere de çok maruz kalınmazsa işlerin düzelebileceğini vurgulayan Bali, “Benim gördüğüm, Merkez Bankası Başkanımız, Hazine ve Maliye Bakanımız, piyasa mekanizmasının esas alınacağı konusunda net bir yaklaşım ortaya koyuyor. Bizimle yaptıkları istişarelerde de ‘Siz işletmelerinizi iktisadi tutarlılıkla piyasa mekanizmalarının gerekliliklerine göre yönetmelisiniz’ şeklinde, kamuoyuna verdikleri mesajların aynısını vermişlerdir” diye konuştu.

“Samimi bir anlayışla karşı karşıyayız”

Şu anda bu yaklaşımın, zamanlama itibarıyla da çok iyi bir başlangıç olduğunu ifade eden Bali, “Ben şu anda olağanüstü bir diyalog ve koordinasyon ortamı görüyorum. Gerek reel sektörle gerek özel sektörle gerek akademik dünya ile çok yoğun bir temas söz konusu. ‘Usulden diye’ de değil, karşılıklı etkileşimle, doğrudan politikaları konu edinen bir yaklaşımla... ‘Bizi eleştirin, yanlış gittiğini düşündüğünüz şeyler konusunda bizi uyarın’ diyen samimi bir anlayışla karşı karşıyayız” dedi.

Serbest piyasa dinamikleriyle örtüşmeyen işlerin yeni ekonomi yönetiminin açıklamaları ve yaptıklarıyla birlikte düzelebileceğine dair bir kanaat oluştuğunu söyleyen Bali, şöyle devam etti: “Bunun kamuoyunda yeteri kadar etki yapabilmesi için sürdürülebilirliği önemli. Merkez Bankası Başkanımızın ‘Enflasyonda kalıcı düşüşe ikna olmadığımız sürece parasal sıkılaştırma devam edecektir. Şartlar gerektirdiğinde ilave parasal sıkılaşmaya da gidilebilecektir’ demesi kıymetli bir şey. Bu, sadece bugüne özgü değil, ileriye doğru da önemli. Piyasa, şu anda bunu olumlu alıyor ama iskontolu olumlu alıyor. Çünkü ‘Ne kadar tatbik kabiliyeti olabilir?’, onu görmek istiyor. Biz de İş Bankası olarak her zaman olduğu gibi bu politikaların sürdürülebilirliğini sağlamada üzerimize düşeni yapmaya hazırız.”

“İşlerin iyiye gitmesinin kilidini ters dolarizasyonda görüyorum”

Ekonomi yönetiminin şu anda ortaya koyduğu bu tabloyu sürdürebilmesi ve bunun kesintiye uğramaması için bazı küçük, hızlı başarılara ihtiyaç olduğunu vurgulayan Bali, “Biz bunu sağlamalıyız; ülke olarak, ekonomi olarak, büyük kuruluşlar olarak bunun sağlanması için, bu kredibilitenin artması için çalışmalıyız. İşler iyiye gitmeli ki bu politikalar sürdürülebilir olsun. Bunun da kilidini ters dolarizasyonda görüyorum. Bir şekilde ters dolarizasyon oluşmalıdır” dedi.

Döviz alımlarında esasen yaygın şekilde perakende, küçük tutarlı bir alım tablosundan bahsedilemeyeceğini ifade eden Bali, dövizde ortalama alım seviyelerine yaklaşıldığında hızlı çözülmeyle birlikte ters dolarizasyonun başlayacağını söyledi.

“Borçların yönetilemeyecek herhangi bir kısmı yok, yeter ki ekonomiyi kurallarıyla yönetelim”

Önümüzdeki dönemin ödemeleri açısından temel bir sıkıntı görmediğine dikkat çeken Bali, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Türkiye’nin vadesine 12 ay kalan dış borçlarının toplamı Eylül 2020 itibarıyla 182,5 milyar dolar. Bunun 83 milyar doları bankalara, 72 milyar doları da diğer sektörlere ait. Kalan 27 milyar doları da TCMB ve Genel Yönetime ait. Bankaların 83 milyar dolarlık borcunun 36 milyar doları sadece kredi, kalan 47 milyar doları yurt dışı yerleşiklerin bizim nezdimizde açmış olduğu mevduatlar. Diğer sektörlerin 72 milyar dolarlık borcunun kredi olan kısmı sadece 18 milyar dolar. Kalan 54 milyar doları, dış ticaretten kaynaklanan gayri nakdi yükümlülükler. Karşılığında mal var, hizmet var. Dolayısıyla vadesi geldiğinde yenilenmesi gereken bir kredi gibi düşünmemek gerekiyor. 36 milyar dolar bankacılık sisteminde kredi var, 18 milyar dolar reel sektörde kredi var, toplamı 54 milyar dolar. Bunun yönetilemeyecek herhangi bir kısmı yok. Yeter ki ekonomiyi kurallarıyla yönetelim.”

“Daha az kaldıraçlı bir ekonomiye dönüş var”

Bankacılık sisteminde açık pozisyon riski bulunmadığını ifade eden Bali, kaynak bolluğu sırasında biraz dozunun üzerinde artmış olan kaldıracın yüksek halinin şimdi bir miktar düzeldiğini, daha az kaldıraçlı bir ekonomiye dönüş olduğunu söyledi. Bali, Şubat 2018’de 222,5 milyar dolar olan reel sektörün açık pozisyonunun, ciddi bir kapamayla Eylül 2020 itibarıyla 162 milyar dolara indiğini hatırlattı.

Önceden kur yükseldiğinde bunun döviz kazandırıcı faaliyetlerde bulunanlarda, ihracatçılarda rekabet gücü oluşturduğunu , ancak şu anda pandeminin buna yeterince izin vermediğini ifade eden Bali, şöyle konuştu: “Çünkü ülkeler, ekonomik risklerle sağlık risklerini optimize etmeye, bu dilemmayı çözmeye çalışıyorlar. Türkiye de bana göre, fena olmayan bir şekilde bu dilemmayı çözmeye çalışıyor. Eğer bu değişkenlerden birini esas alırsanız, mesela ‘sağlık risklerini minimize edeceğim’ derseniz, ekonomik faktörleri hiçbir suretle dikkate almadan yaparsanız, pandemiden daha ağır ekonomik ve sosyal sorunlarla karşılaşırsınız. O nedenle bu, bir değişken diğerine feda edilmeksizin bütün ülkelerde optimize edilmeye çalışılıyor. Tabii ki insan hayatı en kıymetli hadise burada. Ondan taviz verme şeklinde değil ama mümkün olduğu kadar da ekonomik aktiviteyi sürdürülebilir kılmak için tedbirlerle bunu bir arada götürmeye çalışıyorlar. Bu olabilirse, aşı ile birlikte ülkeler bu sarmaldan yavaş yavaş çıkabilirse, ters dolarizasyonla bunun hızlanması mümkündür. Bana göre bu, baz senaryo olmalıdır.”

“Türkiye ekonomisinin en temel sermayesi güvendir”

Ekonomilerde güven unsuruna işaret eden Bali, sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye ekonomisinin aslında en temel sermayesi güvendir. Petrol gibi doğal kaynağı, yeterli sermayesi, tasarruf fazlası olmayan bir ülke dış kaynak kullanmak zorundadır. Dış kaynak kullanabilmek için de güven duyulan bir taraf olunmalı. Güven sarsıldığında problem çıkar. Son dönemde ifade edildiği üzere, güvenin de karşılığı basittir aslında; Hukuk ve Serbest Piyasa Onun için de, hanehalkından başlayarak, hem başarılı iş insanlarının, bilim insanlarının hem yabancı yatırımcıların kaygı duymadığı bir hukuk düzeni ve öngörülebilir bir ortam oluşturulması ülkemiz için faydalı olacaktır. Bu yönde çalışmalarla ve pandemi sürecinin de aşı bağlantılı olarak izin verdiği imkânlarla, önümüzdeki 6 ila 9 aylık süreçte ekonominin daha iyimser bir noktaya evrildiğini bütün üçüncü taraflar görebilirlerse güven tesis edilecektir.”

“25 ana başlık ve 1.300 aksiyon planı içeren kalkınma programı güncellenmeli”

Adnan Bali, geçmişte, 25 ana başlık içeren bir kalkınma programı ile politikalar ve stratejiler belirlendiğini, bunun altında da 1.300 civarında aksiyon planı oluşturulduğunu hatırlatarak, şu yorumu yaptı: “Bu aksiyonlar yeniden gözden geçirilip, güncellenmeli. Sorumlular ıslak imzayla şahsen adreslenmeli. Kamuoyuna belirli periyotlarla önceden taahhüt edilmiş hedeflerdeki gerçekleşmeler açıklanmalı. Öngörülebilirlik ve hesap verilebilirlik ancak böyle bir düzenle olur. Bugün programlar açıklıyoruz. 3 ay geçmeden programları revize ediyoruz, yeniden açıklıyoruz. Böyle bir yerde hangi güven, hangi öngörülebilirlik, hangi hesap verilebilirlik olur? Onun için ben mevcut durumun kolay olmamakla beraber, çözülebilecek ve yönetilebilecek olduğunu düşünüyorum.”

Türkiye’nin “İş Yapma Kolaylığı Endeksi”nde 190 ülke arasında 60’lı sıralardan 33. sıraya geldiğine işaret eden Bali, “Bu iyi bir şey ama mesela ilk 10’a girmek için bir hedef koyacaksın ve ona göre gideceksin. İlk 10 için alt kategorilerde kıstaslar var. Bizim ev ödevimiz de işte o O ev ödevini yapacağız” dedi.

“Bozulan göstergelerin düzeltilebilmesi için şu anda, yapılmış düzenlemelerin kaldırılması suretiyle önceki döneme dönüldü”

Makroekonomik göstergelerdeki bozulmalara ilişkin de Bali, ekonomide esasen 2018’in ikinci yarısından itibaren majör sıkıntılar yaşanmaya başlandığını, bozulan göstergelerin düzeltilebilmesi için şu anda, yapılmış olan düzenlemelerin kaldırılması suretiyle önceki döneme dönüldüğünü, ancak aradan geçen süre içerisinde de önemli bir kaybın oluştuğunu düşündüğünü söyledi.

Geçtiğimiz yıl mevduat faizleri yüzde 22-23 bandında iken yüzde 18,5 ile kredi paketi açıklandığını ve İş Bankası’nın bu pakete katılmadığını hatırlatan Bali, sözlerini şöyle sürdürdü: “Tutarlı olmayan bir şeyi yaparak güvenilirliği tahrip ettiğimizde yarın zaten doğru iş yapma güvenilirliğimizi kaybederiz. Dünyanın her yerinde siyasetçi yüksek büyüme ister, düşük işsizlik, düşük faiz ister. Tabii, böyle istenmesi doğal. Ama teknokrat dediğiniz insanlar, uzman dediğiniz insanlar bunu namütenahi, sınırsız bir şekilde mümkünmüş gibi gösterirse, bu doğru olmaz. Bizlere düşen, bunun ne kadar teknik bir tutarlılıkta yapılıp yapılamayacağına ilişkin doğru şeyler vermektir. Aksi takdirde yanlış kararlar alınmasına neden oluruz. Bu siyasetçi için de iyi bir şey olmaz. Bu şuna benzer; tansiyon, şeker hastası bir kişi baklava, yağlı şeyler vs. yemek istiyor. Hastanın böyle yemek istemesi anlaşılır. Ama doktor da ‘ye sana faydalı olur’ derse? İşte bu olmamalıdır. Her şeyden önce gerçekçi olmak lazım.”

“Yüzde 18,5’tan kredi alanlar aş, iş, istihdam oluşturmadı; kredi talebi dibin bulunduğu yerden başladı”

Açıklanan söz konusu paketin ekonomiye beklendiği gibi etki etmediğinin altını çizen Bali, “Benim gördüğüm şey şu; yüzde 18,5’tan kredi alanlar aş, iş, istihdam mı oluşturdular? Ne oldu? Krediyi alanların önemli bir kısmı, mesela mevduat yapıp arbitraj geliri elde edebildiler ya da döviz olarak değerlendirmeye başladılar. Bir kısmı da ‘İhtiyaten tutayım ne olur ne olmaz belki bu krediye ulaşamayabilirim’ dedi. 22-23 mevduat faizi varken 18,5’tan kredi vermeye başlayınca ve sonrasında her toplantıda bir faiz indirimi geleceği beklenti olmaktan çıkıp siyasi bir öngörü haline dönüşünce, daha önce kredi kullananlar dahi kredisini kapattı ve beklemeye başladı. Kredi talep edenler de bunu fiyatın daha da düşeceği öngörüsüyle ‘Herhalde buradan daha aşağıya inmez’ dediği yere kadar bekledi, talebini öteledi. Kredi talebi de tam o dibin bulunduğu yerden sonra canlanmaya başladı. Bu nedenle paket, aslında ekonomiyi canlandırmaya da yetmedi, krediyi artırma hedefine de hizmet etmedi” diye konuştu.

“Serbest piyasanın ilkelerine ve dinamiğine sonuna kadar bağlı kalmak önemli”

İzlenmiş olan ekonomi politikaları nedeniyle serbest piyasa kültürünün zarar gördüğünü belirten Bali, Mayıs 2019’da katıldığı bir toplantıda da ifade ettiği şu sözleri aktardı: “Serbest piyasa bolluk, bereket demektir. Kontrol ise darlık, bereketsizlik, kısıt demektir. Çünkü gerçekte olmayabilecek talepleri uyarır, fiili hale getirir. Bir şeyin kısıtlı olduğu, olabileceği hissini verdiğiniz andan itibaren, insan organizması dahi savunma refleksiyle bunu ihtiyacının üzerinde talep etmeye başlar. Bunun için serbest piyasanın ilkelerine ve dinamiğine sonuna kadar bağlı kalmak önemli. Kısa dönemlerde arzu ettiğimiz sonuçları hemen vermiyor diye biraz meşakkatli olabilecek bu yoldan vazgeçmenin sonuçları olur. Bazen daha farklı uygulamaların kısa sürede sonuç verebilir olması pratik gelebilir ama kalıcı olamaz. Daha kötüsü tahrip edicidir. Serbest piyasa ve bunun hukukunun oluşması bu bakımdan son derece önemlidir.”

Kazanımların, 2018’in ikinci yarısından sonra rahip kriziyle başlayan süreçte üst piyasa bozulmaları ve onun makroekonomik yansımalarıyla kaybedildiğini söyleyen Bali, Türkiye’nin yıllarca en önemli çıpası olan ve yabancılar karşısında Türkiye hikâyesi anlatırken en önemli dayanak olarak aktardıkları bütçe açığının GSYİH’ya oranındaki artışa dikkat çekti. Bu oranın geçmişte yüzde1,1-1,3 arasında tutulduğunu belirten Bali, “İki seçim yapıldığı yıllarda dahi bunlar korunuyordu. Biz bunu çatır çatır anlatıyorduk. Yabancı da ‘Siyasi gündem her ne olursa olsun bu ülkede mali disiplin var’ diyordu. Bu şimdi ne oldu? yüzde5’ler civarında ” diye konuştu.

Geçmişte bankacılık sisteminin NPL denilen sorunlu krediler oranının yüzde 1,4’lere kadar gerilediğini, şu anda ise bu oranın yüzde 4,5-5,5 civarında seyrettiğini ifade eden Bali, yakın izleme ve sorunlu krediler toplamının 4 özel bankada yüzde 20’ye yakın olduğuna dikkat çekti. Bali, ikinci grup krediler de düşünüldüğünde bunların hepsinin karşılık yükü olduğunu ve karlılığı düşürdüğünü, karlılık düştüğünde de özkaynak yeteri kadar beslenemediği için kredi kapasitesinin zayıfladığını söyledi.

“Kredibilite kaybına neden olan bütün unsurlar tek tek gideriliyor”

İşler bir süre sıkışmaya başladığında sorunlara standart, uluslararası normlarla uyumlu olmayan “icatçı” bir tarzda yöntemlerle çözüm bulunmaya çalışıldığını belirten Bali, şöyle konuştu: “Hayatın hiçbir alanında olabilecekten daha fazlası elde edilemez. Bu, bilime aykırı. Kısa vadede olur gibi zannedildi. Onun için de yöntemler denendi. Merkez Bankası rezervleri eridi, enflasyon yükseldi, işsizlik yükseldi. Bunun dolar ve faizler üzerindeki etkileriyle de reel sektöre, oradan bankacılık bilançosuna her yere etkisi oldu. Şu anda yapılanlar da bunların ayıklanması, temizlenmesi sürecine işaret ediyor. Neler yapılıyor? Geleneksel olmayan, kredibilite kaybına neden olan bütün unsurlar teker teker gideriliyor.”

Yorumlar
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *